3 Nisan 2016 Pazar

TELEVİZYON VE EDİLGENLİK

TELEVİZYON VE EDİLGENLİK*


“Bir de televizyon çıkmış.
İnsanlar birbirleriyle değil topluca alete dönüp
onunla konuşuyor sanki. O ne derse mevzu o oluyor.”

Mustafa KUTLU – Beyhude Ömrüm


Herkesin kötü olduğu ve bizi bulunduğumuz o saf, müstesna, konumdan indirmeye çalıştığına yönelik algıdan uzun zamandır çok rahatsızlık duyuyorum. Bu algı, bizim dışımızda kafası hep kötülüğe çalışan ve bizi milli-manevi değerlerimizden uzaklaştırmaya çalışan insanları ve onların yaptıkları zararlı olduğu düşünülen işlerin ortadan kalkması ile sorunların ortadan kalkacağı, günlük gülistanlık bir dünyaya kavuşacağımızı düşündürmektedir. En azından sosyal medyada ve günlük hayatta görebildiklerim öyle.

Geçtiğimiz dönem bir derste, sosyal medyada konusu tarih olan popüler bir dizi hakkında yayından kaldırılmasına yönelik paylaşımları gördüğümde duyduğum rahatsızlığı paylaşmıştım. Bu durumu eziklik (bu ifadeyi kullanmayı sevmesem de karşılığı olduğunu düşünüyorum) olarak niteledim. Yani biz edilgen durumdayız, her türlü etkiye açığız ve bu etkilere karşı yapabilecek bir şeyimiz yok. Dolayısıyla bize etki eden her türlü şey ortadan kalkmalı (olayı vulgarize ederken nüansları kaçırıyor olabilirim veya siz bahsi geçen konumda olmayabilirsiniz). Tarihimizi çarpıtıyorlar, doğru aktarmıyorlar ifadesi, doğru, "hakiki" tarihe sahiplik iddiasını da içeriyor. Kaldı ki bize sunulan içerik gerçekten de hakikati yansıtmıyor olabilir.  Günümüzde yaşanan, hepimizin gözü önünde gerçekleşen tek bir olayın farklı farklı aktarımlarını gördükçe ve bunların gelecekte tarih olacağını düşündükçe tarih adına duyduğum şeylere de çok güvenmemem gerektiğine kanaat getireli epey oldu. Dolayısıyla sunulan içeriğe gözü kapalı mutlak doğru veya yanlış diyemem ya da tersi de geçerli: mutlak doğru veya yanlış demem için gözümü kapatmam lazım.

Hakikisi bizdeyken iletişim araçlarının (TV-sinema-medya) bizde olmaması, en azından bize bu "kasıtlı yanlışlığın" ortadan kaldırılmasını talep etme hakkını tanıması gerektiğine dair bir itiraz aldım. Bu itiraz üzerine dizi izlememenin bir seçenek olduğu ve izleyemeyebileceğimizi ya da hakikisine sahip olduğumuz tarihi gerçekliği kendimiz aktarmamız gerektiğini söyledim. Kaldı ki, hatalı ya da yanlış olduğunu düşündüğümüz içerik de ortaya çıkabilmeli hatta bizim bildiğimizin aksine olan şeyleri de söyleyebilmeli. J.S. Mill’in ifadesiyle düşünce özgürlüğü bizatihi sahip çıkılan düşünce için gereklidir. Bu sayede düşünce kendini test etme imkanı bulur. Hatalı ise düzeltilir ya da tamamen yanlış ise ortadan kalkar. Eğer doğru ise de varlığını, geçerliliği kuvvetlendirerek yoluna devam eder.

O günkü dersten itibaren aklımın bir köşesinde bu konu vardı. Konumuz dizi olduğu için acaba sinema-dizi üretiminde imkânlar ne kadar insanı sınırlandırmalı. Ya da biz sıradan insanlar için bu silahların eşitsizliği durumunu nasıl yorumlanmalı.

Herhalde öncelikle bir TV dizisinin değerini tespit etmek lazım. Ona yüklediğimiz anlam bize nasıl hareket edeceğimizi belirleyecek. Sadece bir eğlence  aracı olarak görüyorsak bu durumda çok dikkate almamıza gerek yok. Eğer bize eğlencenin yanında ve belki ötesinde bilgi aktaran bir araç olarak görüyorsak ve aktardığı bilginin yanlışlığını biliyorsak gene sorun yok. Nasıl olsa biz gerçeği biliyoruz. Geriye en sorunlu olan kısım bilgisi olmayanların ya da henüz bilgi edinme aşamasında olan küçüklerin yanlış bilgilenmeleri ve kötü etkilenmeleri olur ki, TV dizisi dışında (ve onun kuvvetinde) öğrenebileceği etkin kaynaklar sunamıyorsak o kadar da yakınmamak lazım.

TV-sinemanın para kazandıran bir ticaret kolu olduğu ve dizi-film çekilirken de bunun dikkate alındığını unutmamak lazım. Nihayetinde talep görmemesi halinde talep gören her ne ise rakip kanallarda aynısının üretildiğini unutmayalım. Örnek olarak dönem dönem çoğalan, ağa dizileri, lise-üniversite dizileri, şu andaki tarih dizileri, evlilik programları, sağlık programları aklımıza gelebilir. Burada içerik üreticileri hiç mi bu işleri yönlendirmiyor sorusu gelebilir, elbette ki onlar da izleyicileri istedikleri yönde etkilemek isteyeceklerdir. Çamaşır deterjanı tercihinizi etkilemek için onlarca reklam yapıldığını düşünürsek sizi yönlendirme konusunda isteksiz ya da eylemsiz oldukları düşünülemez. Ancak bize yönelik içeriklerin bizim taleplerimiz dikkate alınarak (en azından ana akım medyada) üretildiğini unutmamak lazım.

İlber Ortaylı'nın “bu binaları yapan müteahhitlere dil çıkarsaydınız bunları (ucube çok katlı insanı merkeze almayan binaları) yapamazlardı” ifadesi burada da düşünülebilir. Eğer herkes sefertası gibi dizilmiş evlerde yaşayıp dar yollarda park yeri aramayı kendine mesele etmiyorsa müteahhit neden etsin?


*Katı Dergisi 2016 Şubat sayısında yayınlanmıştır.